27 Ağustos 2009 Perşembe

Anzaklı Ömer'in Hikayesi - Çanakkale

Türk olmanın nasıl bir şey olduğunu unutanlara hatırlatmak için, Türk olmanın tadına varmak için, lütfen okuyun.
Bu hakiki hikayeyi aktaran, sayın Dr. Ömer Musoğlu 85 yaşındadır ve halen MODA/ İstanbul'da oturmaktadır.
Anzaklı Ömer'in Hikayesini 1957 Yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor Ömer Muşluoğlu, görev yaptığı hanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
Amerika'ya gittiğim ilk yıllar.. New York'da Medical Center Hospital'da görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş yaşlarında..
-Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?" dedim.
Adamcağız kanserdi ve aynı zamanda kansızdı.. Kolunu açtım, baktım pazusunda bir Türk bayrağı dövmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim:
-Siz Türk müsünüz?
-Kaşlarını yukarıya kaldırarak "hayır" manasına bir işaret yaptı.
-Ama ben hala merak ediyorum. "Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?"
-Aldırma öylesine bir şey işte, dedi.
Ben yine ısrarla:
-Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım... Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
-Siz Türk müsünüz?
-Evet Türk'üm...."
İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı.. Anlatmaya başladı:
"Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de.. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avustralya Anzaklarındanım. İngilizler bizi toplayıp dediler ki:
-Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda.. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir.
Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenler arasına katıldık.. Beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevk ediyormuş. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler, orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler.
Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler gibi geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş.
Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar.. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi gene püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz..
Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam. İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmışlar. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şok olmuştum doğrusu..
Gönüllü BombacıÇanakkale'de Atlı Topçu Subayları
Kınalı Kuzu
Yozgat’ın Sorgun kazasının Karayakup köyünden cepheye gelen Murat, bölükteki tıbbiye öğrencilerinden Şükrü’ye bir mektup yazdırır : "Anacığım kardeşlerimi askere gönderirken başına kına koyma... Zabit efendi bana sordu cevap veremedim. Kardeşlerim de cevap veremeyip mahcup olmasınlar." Bir müddet sonra Murat’ın anasından cevabi mektup yetişir :"Ey oğlum, gözümün nuru Murat’ım ! Zabit efendiye selam söyle... Biz kurbanlık koçları kınalar öyle kurban ederiz. Sen dört kardeşin arasında kurbansın. Sen İsmail’sin (as). Sen orada şehit olacaksın inşallah. Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa , ben de onun için senin saçını kınalayıp gönderdim."Ve mektup Çanakkale’de Murat’a ulaştığında, Murat’ın kınalı başı çoktan Allah'ına kurban gitmiştir bile...
Dedim ki kendi kendime:
-'Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler, ama öldürmüyorlar... Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi.. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler..' Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla 'Yazıklar olsun bana' dedim. 'Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niye savaşmaya gelmişim? Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış' diyerek pişman oldum.. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce.. Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.."
Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk... Ne garip değil mi? Avustralya'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum. Peşinden nemli gözlerle
-Bana adınızı söyler misiniz? dedi. "Ömer" cevabını verdim.Merakla tekrar sordu:
-Peki niçin Ömer ismini vermişler sana?"
-Babam Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.
-Senin adın Müslüman adı mı?
Ben
-Evet, Müslüman adı" deyince yüzüme baktı,doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki: -Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Josef Miller idi, şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun.-"Olsun" dedim.
-"Peki doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?"
Şaşırdım, nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için gerçekleştirememiş..
-"Tabii" dedim.. "Müslüman olmak çok kolay." Sonra kendisine imanın ve İslam'ın şartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriyor, hem de ağlıyordu.. Mırıldandı:
-Siz Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tespih bulsan da ben de yattığım yerden tespih çekerek Allah'ımı ansam olur mu?
Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakk'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti.
-Beni yalnız bırakma olur mu?"
-Ne gibi Ömer amca?
-Ara sıra gel de bana İslamiyet'i anlat!.. Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor." O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum;
"Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gidin!
Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu. Hemen başucuna oturdum, kendisine kelime-i şahadet söylettirdim, o şekilde kucağımda ruhunu teslim etti...
Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu. Ne yalan söyleyeyim, ağladım... "
Madem ki; düşünceyi zindana koymayan, hakikat sevgisini zincire vurmayan bir millet, o cesur ve adil Türkler var, üzerinde hakikatin, adaletin ve hürriyetin hüküm sürdüğü bir güneş ülke neden vücut bulmasın..."

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Şam hakkındaki hadis-i şerifler

Hadis-i şeriflerde geçen Şam ifadesinin Anadolu ve Suriye topraklarını ihtiva ettiği ile ilgili yaygın bir görüş ve kanaat var. s.o.

ŞAM'IN ÜSTÜNLÜĞÜ

"Şam, Allah (z.c.hz.)lerinin beldeler içinde seçtiği bir beldedir. Şam'dan başka yere giden, O'nun gadabı ile çıkar. Dışarıdan Şam'a gelen ise rahmetiyle gelir." Tabarani, İbni Asakir

"Hayır on paydır. Dokuz payı Şam'da, birisi diğer memleketlerde. Şer de on paydır. Bir payı Şam'da, dokuzu diğer memleketlerdedir. Şam fesada uğradığında sizde de artık hayır kalmaz." Hatib

"Ebdaller Şam'dadırlar. Kırk kişidirler. Biri vefat ettiğinde Allah Teala onun yerine başkasını getirir. Onlar sayesinde yağmur yağdırılır, düşmanlara karşı galip gelinir ve yine onlar sayesinde Şam ehlinden azap kaldırılır." Ahmed bin Hanbel

"Ebdaller Şam ehlindendir..." Tabarani, İbni Asakir

"Siz zalimleri hariç, Şam ehli hakında fena söz söylemeyin. Zira onların arasında ebdallar vardır." Naim bin Hammad, Hk.

"Şam, Allah (z.c.hz.)lerinin beldeler içinde seçtiği bir beldedir. Şam'dan başka yere giden kimse, O'nun gadabı ile çıkar. Dışarıdan Şam'a gelen ise rahmetiyle gelir." Tabarani, İbni Asakir

"Yüce Allah her kime bir hayır dilerse, onu Şam'a yerleştirir ve oradaki nasibini kendisine ihsan eder. Her kime de bir kötülük diledi ise onu da Şam'dan çıkarır.

Yine Aziz ve Celil olan Allah, Şam'a hitaben:

- Sen benim arazilerim ve memleketlerim arasında mümtaz kıldığım bir yersin. Kullarımdan hayırlı olanları sende yerleştirip oturtacağım, mahşer de senin üzerinde kurulacaktır. Her kim senden memnun olmayarak çıkıp giderse, muhakkak benden ona gazap etmek vardır. Kim de seni arzulayarak sana gelirse, muhakkak benden o kimseye razı olmak, hoşnut olmak vardır, buyurmuştur." İmam Bezzar

"Ne mutlu Şam'a. Zira Allah'ın melekleri Şam üzerine kanatlarını germiş bulunuyor." Ah. Şe. Ti.

"Ümmetimden bir taife, Allah'ın emriyle hareket etmekte devam eder. Onlar hak üzerinde oldukları halde, kıyamet kopana kadar kendilerini terk eden ve muhalefet eden kimsenin onlara bir zararı dokunmaz. Ta ki Allah'ın emri gelinceye kadar onlar insanlara galiptirler." Ahmed İbni Hanbel, Buhari, Müslim.

"Ümmetinden bir taife, kendilerine düşmanlık edenlere galip oldukları halde, Hak üzerine mücadelede devam ederler. Hatta onların sonuncusu mesihü'd-Deccal ile harp eder." Ahmet İbni Hanbel, Ebu Davut, Tabarani

"Ümmetimden bir zümre hak üzerinde mukatele ve muharebe ederek kıyamet gününe kadar galip ve muzaffer olmakta devam edecektir. Nihayet sonlarında da Mesih İsa, Deccal ile harp edecektir." Müslim

Bu konuda İmam Şa'rani Hazretlerinde şu şerh var:
"Muttarif (r.a.), o galip ve muzaffer zümre Şam ahalisidir, derdi."

"Ehli garb (Şamlı ve mücahidler) kıyamete kadar hak üzerinde galib olurlar." Müslim

"Şam ehli Allah'ın yeryüzündeki kamçısıdır. Kullarından dilediğinden onlar vasıtasıyla intikam alır. Onların münafıklarının, mü'minler üzerine galip gelmelerine imkan yoktur. Onlar ancakhem, gayz, gam ve hüzün içinde ölürler." Ah. Ya. Ba.

"Şam ehli, zevceleri, çocukları, köleleri ve cariyeleri ta Arap yarımadasının sonuna kadar Allah yolunda murabıtlardır. Kim oradaki şehirlerden birine yerleşirse o da murabıttır. Kim de oranın serhatlerinden birinde oturursa o, cihaddadır." Ta. As.

Bazılarınız, "Madem Şam (yani Suriye ve Anadolu toprakları) bu kadar mübarektir, nasıl oluyor da bu topraklarda böylesine yolsuzluklar, .....

MİLLET ÜZERİNE

Hadis-i şeriflerde Medine Medine şehri olduğu kadar bazen de İstanbul kastedildiği ile ilgili yaygın bir görüş ve kanaat da var. s.o.

"Mekke-i Mükerreme şeref alametidir. Medine dinin direğidir. Kufe İslam'ın merkezi, Basra abidlerin şehri, Şam iyilerin madeni, Mısır ise iblisin maişet merkezi, onun mağarası ve makamıdır. Sind onun uğursuzluk yeridir. Zina ... . Sıdk Nöbe'dedir (Bilal-i Habeşi'nin memleketi), Bahreyn mübarek yerdir. Elcezire kıtal merkezidir. Ehl-i Yemen'in gönülleri yufkadır ve rızıkları eksik olmaz. Emirler Kureyş'tendir. İnsanların efendisi Seyyidler ve Beni Haşim'dir." İbni Asakir
... .

ARAPLAR VE ONLARI SEVMEK

"Ya Selman, Bana buğz etme, dininden ayrılırsın. Sordu ki: Ya Resulallah, sana nasıl buğz edebilirim? Buyurdu ki, Araba buğz edersen, bana buğz etmiş olursun." Ahmed ibni hanbel, Tabarani, Tirmizi, Ebu Davud, Beyhaki

"Bir kimse benim ehli beytimin, ensarın ve arabın hakkını tanımazsa o üç kişiden biridir: ... ." Beyhaki, İbni Adiyy

"Arap, yeryüzünde Allah'ın nurudur. Onların fani olması zulmettir. Araplar fani olunca, nur gider, zulmet gelir." Hatim

"Şu üç şeyden dolayı Arabı sevin: Ben Arabım, Kur'an Arapçadır ve cennet ehlinin lisanı da Arapçadır." Tabarani, İbni Asakir,

"Sarıklar Arabın tacıdır. Onlar sarığı terkedince Allah da izzetlerini alır." Ramuz

Kaynak: GELECEĞİN TARİHİ - Orhan Baytan - 2. Baskı - Sahifeler: 306, 307, 308, 309.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Gorbaçov'un Glastnostu

ARŞİV 16 NİSAN 2009

Çomalanı Suat

Gorbaçov "Glastnost" (Açıklık) diyerek Sovyetleri çetelerden arındırmak, insan hak ve hukukuna dayalı bir ülke haline getirmek için reformlara başladı. Fakat bir darbe ile iktidardan uzaklaştırdılar, Sovyetleri dağıttılar, Yeltsini iktidara getirerek eski çete, sömürü, insan hak ve hukukunun olmadığı düzeni devam ettirdiler Çeçenistan'ı Kafkasları kan gölüne getirdiler. Çeçen halkını birbirine kırdırdılar.

Yıllar sonra Gorbaçov'un glastnos politikasını şimdi Türkiye uygulamaya çalışıyor Ergenekon veya perestroika (yeniden yapılanma). Gorbaçov'un ideali sosyal ve hukuk devletini gerçekleştirmek arzusunda.

ABD'de bir hukukçu olan Barack Obama iktidara geldi, o da kolları sıvadı ülkeyi bir nebze çetelerden, keyfi karanlık uygulamalardan hukuk ve glastnost (açıklık, şeffaflık) çizgisine çekmek için adımlar atmaya başladı.

En nihayet Rusya'da da bir hukukçu olan Medvedev iktidara getirildi. Medvedev'i iktidara döneminde bir sürü faili meçhul, karanlık şiddet olayları (tiyatro baskını, okul baskını, apartmanlarda patlamalar, insan haklarını savunan gazeteci ve avukatların öldürülmesi...) gibi olayların yaşandığı Putin getirmedi, benzer şekilde daha önce Putin'i iktidara getiren Rusya derin devleti getirdi.

Medvedev nihayet Gorbaçov'un glastnostunu yavaştan ele almaya başladı, insan hak ve adaletine dayanan sosyal hukuk devletini tesis etmek için adımlar atmaya başladı. Rüşvetle mücadele, üst düzey devlet yetkililerine gelirlerini beyan etme zorunluluğu, karanlık cinayetlerin sorgulanması, muhalif medya ile ilişkiler geliştirme.

Dünyayı değiştirmek istiyorsak, Türkiye'yi düzeltmeliyiz, Türkiye düzelirse Dünya düzelir, Yurtta sulh olursa, bu dünyada sulha yansır. Büyük Birlik, Adil Düzen idealleri..
Gorbaçov'un Glastnostu yıllar sonra nihayet yavaştan bütün dünyayı kapsamaya başladı, haydi hayırlısı..

'Bible Code' Vs Quran Code

ARŞİV 16 Haziran 2009

Kutsal kitapların her biri bir tanedir, fakat tercümeleri bir çoktur. Tercümeleri yapanlar kutsal kitaptaki bilgiler hakkında bir fikir verse de tam karşılığı değildir, tercümeyi yapanın kapasitesi, birikimi, görüşleri ölçüsündedir. Her tercümede detaylarda önemli de olmasa da farklılıklar vardır.

İncil ve Tevrat başlangıçta birer orijinal metin idi, sonraları çeşitli dillere çevrildiler, çevirenler bazen bazı hükümleri işlerine geldiği şekilde değiştirerek yazdılar, hakikatları değiştirmeye çalıştılar, kaybolan veya unutulan orijinal metinlerin yerini çeviriler aldı. Bir kitap oldu bir çok kitap. İncil'de olduğu gibi sonraları bir heyet toplandı, ancak dörde indirebildiler.

Bir başka açıdan. kutsal metinlerin doğrudan peygamberlere melekler vasıtası ile gönderildiği belirtiliyor. Örneğin bilgisayarlarda günlük hayatımızda password, şifre ve kodlar var. Şifre "beyaz" ise onun yerine "ak" yazsak program çalışmıyor mana olarak aynı olsa bile. Programın çalışması için programı hazırlayanın belirlediği orijinal passwordu yazmak gerekiyor, hatta büyük küçük harf ayrımına bile dikkat edilmeli. Tanrıdan doğrudan gelen sözler de birer code (kod) gibi. Kodlar kapılardır. Geniş mana ve işlevleri var.

Kur'an herhangi bir dilde gönderilebilirdi. Nitekim diğer kitaplar diğer dillerde gönderildi. Kuran'ın Arapça gönderildiği ise orijinal Kuran ayetlerinde özellikle belirtiliyor.

Doğru, Kuran'ın mesajlarının geniş kitleler tarafından anlaşılmaması için Türkçe çevirileri hazırlanmadı, veya kimi kesimler tarafından çevirilerin okunmamasına çalışıldı. Kur'an Kerim kutsal fakat anlaşılmasın istendi. Ancak bu kırıldı, tercümeler hazırlandı. En azından şimdi Arapça bilmesek dahi tercümelerini okuyarak Kuran'ın mesajları hakkında bilgi, fikir sahibi olabiliyoruz. Ancak orijinal yine orijinaldir, ve birdir, kalıcıdır. Tercümeler ise pek çok, günün şartlarına, bilim ve teknolojideki ilerlemelere göre devamlı güncelleniyor, gelişiyor.

Bir de İngilizlerin Osmanlı'yı yıkmak için tek çarenin Müslümanların elinden Kur'an-ı Kerim'in alınması görüşü vardı. Galiba burada kastedilen sadece Kur'an-ı Kerim'i Arapçasının okunması, günlük hayatta riayet edilmesi değildi aynı zamanda anlaşılması, tercüme ve tefsirlerinin de okunması vardı.